31 Ekim 2012 Çarşamba

6 Kasım'da Vizesiz Avrupa için...

Değerli Basınımıza ve Davetlilerimize,
Malumunuz olduğu gibi Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ortaklık (Tam üyelik) ilişkisinin işleyişinde halen birçok sorun yaşanmakta. Bunların başında insanlığın doğuştan kazandığı hak olarak uluslararası sözleşmelerle kabul edilen seyahat hakkını engelleyen vize mecburiyeti özellikle yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın aile bütünlüğünü tehdit niteliğindedir.

Avrupa Adalet Divanında 6 Kasımda görüşülecek olan Leyla Ecim Demirkan davasında, Bayan Demirkan'ın Almanya'da yaşayan annesini ziyareti engelendiği için yürütülmekte. Pasaportundaki ikametgah süresi dolduğu için Türkiye'ye yapmış olduğu ziyaretten aylardır dönemeyen okul çağındaki birçok çocuğumuz malesef mevcut.

Avrupa Birliği ve üye ülkeler açısından en yüksek ve en son yargılama mercii Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD)'dır. Merkezi Lüksemburg'da bulunan Divan içtihadı nitelikte kararlar verir ve ulusüstü özellikteki bu kararlar 27 AB üye ülkesini bağlar. Bu kararlar öncelikle uygulanır ve üye ülkelerin yasalarıyla çatıştığında onları ikame eder.

Türkiye ile Avrupa Birliği 1963 yılında Tam Üyeliğe Dönük Ön Üyelik Antlaşması'nı (Ankara Antlaşması) imzalamışlardır. Avrupa Hukuku'nun sahip olduğu tüm özellikleri kapsayan bu antlaşma daha sonra 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol ile daha da somutlaştırılmış ve uygulamaya yönelik olarak şekillendirilmiştir. Bu Protokol'un 41'inci maddesinin 1'inci paragrafı uyarınca, antlaşmanın tarafları kendi aralarında, “yerleşim özgürlüğü ve serbest hizmet dolaşımı ile ilgili yeni kısıtlamalar '' getirmeyeceklerini kararlaştırmışlardır.

ABAD ilk kez 2000 yılında verdiği kararla (C-37/98, Savaş), Katma Protokol'un 41. maddesinin doğrudan etkili bir hüküm olduğunu ve yerleşim serbestisi ile hizmetin serbest dolaşımında mevcut haklarda kötüleştirme yapılamayacağını kesinleştirmiştir. Bu sonuca göre, 1 Ocak 1973 tarihi itibariyle A(E)T/AB Türkiye ilişkilerinde akit taraflar karşılıklı olarak mevcut hakları kötüleştirecek yeni sınırlamalar getiremeyeceklerdir. ABAD daha sonraki yıllarda da bu içtihadını geliştirerek bu konuda şimdiye kadar toplam 6 karar almıştır. Daha açık olarak ifade edilirse ABAD, 11 Mayıs 2000 yılında Abdülnasır Savaş (C-37/98), 2003 yılında Abatay/Şahin (C-317/01), 2007 yılında Tüm/Darı (C-16/05), 2009 yılında Soysal/Savatlı (C-228/06), Eylül 2009 tarihinde Şahin (C-242/06) ve nihayet 9 Aralık 2010 tarihinde Toprak (C-300/09) kararları ile bu alanda üye ülkeler tarafından uygulanması gerekli genel bir çerçeve oluşturmuştur.

Akdeniz Üniversitesi Senatosu 22.10.2010 tarih ve 155 sayılı kararıyla bu tezleri tüm dünyaya duyurmuştur. Bu tarihi ve üye ülkeleri hukuken bağlayan kararlara rağmen AB üye ülkeleri hukuk dışı uygulamalarını aynen devam ettirmektedirler.

Bugün bu hukuki güvencesizliği oluşturan uygulamalara karşı başta Almanya, Avusturya, Hollanda ve Birleşik Krallık olmak üzere vatandaşlarımız bireysel olarak yerel mahkemelere başvurmaktadırlar. Hukuki yollara başvurunca üye ülkeler açılacak davaları kaybedeceklerini bildiklerinden yanlış uygulamalarından hemen çark etmektedirler ve davaları düşürmektedirler. Hatta idari makamlar bir adım daha ileri giderek Avrupa Hukuku'ndan doğan haklarını bilmeyen ve bunları özellikle talep etmeyen Türklere bu haklarını vermemektedirler. Bu doğrultuda Almanya Federal İçişleri Bakanlığı'nın kaleme aldığı bir iç yazısı olduğu bilinmektedir. Günümüzde Avrupa'da hukukun üstünlüğüne ancak bu düzeyde saygı duyulmaktadır. Avrupa'nın bu tutumu sebebiyle herkesin haklarının takipçisi olması gerekmektedir. Haklar organize ve bilinçli bir şekilde takip edebilirse, meşru haklarımız hayata geçirtilebilinir. Örneğin:

1) AB üye ülkelerinde faaliyet gösteren Hizmet sektöründeki Türk firmalarına ve onların çalıştırdıkları personele karşı yerleşme ve ticari faaliyette bulunmaları durumunda, A(E)T/AB üye ülkelerince bu faaliyetlerini etkileyecek sınırlamalar getirilemez.

2) A(E)T/AB üye ülkeleri ulusal yabancılar ile ilgili yasalarında değişiklik yaparlarken mevcut hakları geriye götürecek değişiklikleri, Türk firmaları ve onların personelleri için uygulayamazlar.

3) 1973 yılından sonra çıkardıkları ulusal yasalar ve hukuki düzenlemeler A(E)T/AB Ortaklık Hukuku'na ters düşmekteyse, onların uygulanmasında Türk firmalarının muaf tutulacağına metinlerinde dikkat çekmek zorundadırlar.

Haklarda kısıtlama yasağı çerçevesinde, 1980 tarihinden itibaren Türk vatandaşlarına karşı uygulanmakta olan vize yasağı tekrar gözden geçirilmek ve kaldırılmak zorundadır. Ayrıca, Türkiye'de bulunan işverenlerin de Avrupa Birliği Adalet Divanı nezdinde dava açma haklarının olduğu mahkemece daha önceki kararlarla tespit edilmiş durumdadır.

Köln toplantımızın bir gayesi de, AB üye ülkelerinde Avrupa Hukuku'nu gözardı etme sonucu yaratılan Hukuki Güvencesizliğe karşı Türkiye'de veya yurt dışında yaşayan tüm vatandaşlarımızın Avrupa Birliği üye ülkeleri içinde kazanılmış haklarını korumak; çeşitli iç ve dış oyunlarla örtbas edilmeye, geri alınmaya çalışılan ve hayata geçirilmeyen hakları da uygulatmaktır.

Tüm bu çabalara rağmen, AB üye ülkeleri vize ve vize ötesi hakları uygulamaya koymayarak, ABAD kararlarını açıkça çiğnemekte, Türk vatandaşlarının kazanılmış haklarını inkar etmekte, insanımızın sırtından yıllardır harçlar ile milyonlarca avro para kazanmaktadırlar. Bundan daha vahim olarak, Türkiye'deki bazı yetkililer ve en önde gelen sivil toplum örgütlerinin liderleri, “vize kolaylığı '' , “AB ile vize müzakereleri '' vb. söylemlerle Türkiye'nin kazanılmış haklarını açıkça inkar etmekte ve pazarlık konusu yapmaktadırlar. Tüm bilgilendirmelere rağmen, devam etmekte olan bu söylemler, bilgisizlik, vurdumduymazlık, ürkeklik ya da milli çıkarları inkar kategorilerinden birine girmektedir.

Buna karşın aşağıdaki yollar denenmelidir:

 Üye ülke idare mahkemelerinde Francovich (C-6/90) ve Brasserie du Pecheur (C-46/93) örnekleri uyarınca zarar ziyan davaları açmak.
 AB Hukuku'nun üye ülkelerde uygulatılmasından birinci derecede sorumlu olan Avrupa Komisyonu'nun vize uygulayan ülkelere dava açmasını sağlamak için gerekli bilgi ve belgeleri toplayarak Komisyon'a sunmak.
 ABAD kararları uygulanmadığı sürece 'Geri Kabul Antlaşması'na' dönük her türlü müzakereden kaçınmak. Gerekirse tamamlanan Gümrük Birliği sürecinin sorgulanabileceği mesajını vermek,
 Mevcut haklarımızı her ortamda tüm yetkili ağızlardan dile getirerek kamuoyu oluşturmak.
 Konuyu, Alman Parlamentosu'nda (5 kez) olduğu gibi TBMM'de tartışmaya açarak toplumumuzun doğru bilgilenmesini sağlamak.
 Avrupalılığın gereklerinden olan hukukun üstünlüğüne saygı, akılcı yöntemler kullanma ve AB üye ülkeleri nezdinde oyunu kurallarına göre oynadığımızı göstererek mevcut haklarımızı müzakere etmeyeceğimizin altını çizmek.

Saygılarımızla
Levent Taşkıran

Not : 6 Kasım 2012 tarihinde, Köln tren istasyonunun alttarafında bulunan Otobüs durağından sabah saat 05:00'te Avrupa Adalet Divanında görüşülecek olan Leyla Ece Demirkan
davası için otobüs Luxemburg'a hareket edecektir. Seyahat ücretsizdir. Katılmak isteyenlerin adlarını telefon ya da eposta ile bildirmeleri rica olunur.
levomax@gmx.de
hilalbozbiyik@googlemail.com


ÇALIŞTAY VE DAVETİYE 

Avrupa Birliği'nde Türk vatandaşlarının vize sorunu ve ABAD kararları
3.Kasım.2012
Toplantı yeri 
Universität zu Köln-Wiso Fakultät-Hörsaal 1 
50931 Köln, Universitätstrasse 24 
Saat 
10:00 - 16:30 

Konuşmacılar 
Prof. Dr. Harun Gümrükçü - Akdeniz Üniversitesi 
Ra. Björn Maibaum - Avukat - Köln 
Ra. Ali Durmuş - Avukat - Amsterdam/Istanbul 
Ra. Fenari Narman - Avukat - Hamburg 
Ra. Oğuz Korumtay - Avukat - Köln/Istanbul 
Hasan Özdoğan - Vorsitzender der UETD e.V. 
Ismail Hakkı Yıldız - Vorsitzender der AMTB e.V. 

Organize Edenler Akademie Platform 
TD - Platform e.V. 
Türk-Ünid e.V. 

Destekleyenler 
Hukukun üstünlüğünü savunan AB ve Türk Vatandaşları, Kurum ve Kuruluşları 


* Bu yazıdaki tüm unsurlar 31 Ekim 2012 Çarşamba - NİLGÜN ATAR- turizmhaberleri.com adresinden alıntılanmıştır.

30 Ekim 2012 Salı

Pasaport 500 TL oluyor, susacak mısınız?


Pasaporta yeni zam kapıda diyorduk. Artık kapıdan içeri girmek üzere. T.C. pasaportu dünyada her yıl otomatik olarak zamlanan tek pasaport ve bu zam oranı da değerli kağıt olduğu için Ekim ayını kapsayan 12 aylık Üretici Fiyat Endeksine göre belirleniyor.


İşte bu endekse göre zam oranının % 8 civarında olması gerekiyor. 446.-TL olan pasaport ücreti 483.-TL olması gerekir. Ama hayır, devlet-hükümet "seyahat özgürlüğü" konusunda bizleri yurttaş değil birer müşteri gibi gördüğü için Bakanlar kurulu zam oranlarını %50 artırma yetkisini de kullanarak, %8 değil % 12 zam yapabilir.. Geçen yıl yaptıkları gibi...

2012 yılında yüzde 10.2 olan yeniden değerleme oranı, pasaport ve kimlikler üzerinden alınan harçlar için yüzde 15 olarak belirlenmişti.

Hatırlıyor musunuz, hemen aşağıda yer alan blog yazısında da yer verdiğimiz gibi birkaç ay önce AB bakanımız Egemen Bağış "yüksek" buldukları pasaport ücretleri için "çalışma" yaptıklarını söylemişti.

Çalışmalar demek yeterince pahalı değil daha da artıralım biçiminde sonuçlandı. 

Tekrar, tekrar, bıkmadan soracağız: Dünyanın en pahalı pasaportuna her yıl zam yapmak, temel bir insan hakkı olan "seyahat özgürlüğü"nün kısıtlamak anlamına gelmiyor mu?

Bu zam politikası hükümetin dünya ülkeleriyle vizeleri kaldırma hedeflerinin tam karşıtı bir uygulama değil mi? Hangi mantıkla, gerekçeyle pasaport ücret ve harçlarını her yıl artırıyorsunuz?

Tüm seyahat özgürlüğü gönüllülerini pasaporta değil, "seyahat özgürlüğü"ne karşı yapılan bu OTOMATİK ZAMMA karşı çıkmaya, sesini yükseltmeye, dur demeye çağırıyoruz.

Bakanlar kurulunu bu haksız zammı durdurmaya, yeniden değerleme oranında zammı uygulamamaya Anayasal hakkımızı daha fazla sınırlandırmamaya çağırıyoruz.

Biz bu ülkenin pasaportunu taşımaktan gurur duymak istiyoruz, bize bedelsiz vermeniz gereken bir kimlik belgesi için devletimizden "müşteri" muamelesi görmek istemiyoruz.

Dünyada ortalama 50-60 dolar olan bir kimlik belgesi için 275 dolar ödemek istemiyoruz.

Başka ülkelerden vizelerini kaldırmalarını isterken kendi vatandaşlarına pasaport ücret ve harçlarıyla "vize" koyan bir ülke olmak size de yanlış, haksız gelmiyor mu? 

3 Ekim 2012 Çarşamba

Otomatik pasaport zammı kapıda!

Yeni bir yıla daha yaklaşırken "otomatik" pasaport zammımız yine bizi bekliyor. Pasaportu değerli kağıt kapsamında tutan devlet, her yıl sonunda, yılbaşından geçerli olmak üzere "değerli kağıtlara" zam yapıyor. Bu zam geçen yıl %12-16 arasında gerçekleşmişti. Pasaport ücretleri de enflasyonun üzerinde %12 artırılmıştı.

Dünyanın hiçbir ülkesinde her yıl pasaportlara otomatik zam gelmiyor. Bırakın zammı bazı ülkeler pasaport ücretlerinde indirime bile gidiyor, mesela geçen yıl İngiltere, Yeni Zelanda indirim yaptı.

Ayrıca söyleye söyleye dilimizde tüy bitti: T.C. pasaportu zaten dünyanın en pahalı pasaportu. Bu zam neyin zam mı? 

Hem dünya ülkeleriyle , komşularımızla karşılıklı olarak vizeleri kaldırmaya çalışıp, bir yandan da sürekli pasaporta zam yapmak büyük bir çelişki değil mi? Başka ülkelerden Türk vatandaşlarına vizelerin kaldırılmasını talep ederken, kendi ülkemiz bize yeni bir "vize" koymuş olmuyor mu?

Asgari ücretin yaklaşık 750 TL olduğu bir ülkede 446 TL'ye vatandaşlarına pasaport satan bir devletimiz var. Ve bu pasaportun ücreti yıl sonunda yaklaşık 500 TL olacak! Vatandaşlarına vermek zorunda olduğu bir kimlik belgesini bu kadar fahiş bir fiyata "satan" dünyada başka bir ülke yok!

Otomatik zam konusunda 2 temel sorunumuz var, bunların çözülmesini talep ediyoruz:
1. Devlet pasaportu acilen değerli kağıtlar kapsamından çıkartmalıdır.
2. Her yıl "yasa gereği" diyerek otomatik zam yapmaya son vermelidir. 

Seyahat özgürlüğü temel bir insan hakkıdır, Anayasamız tarafından da güvence altına alınan hakkımız keyfi bir biçimde her yıl daha fazla sınırlandırılmamalıdır. Pasaport satılabilecek bir "meta" değildir, devletin vatandaşlarına sağlamak zorunda olduğu bir kimlik belgesidir.

Tekrarlıyoruz: Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin müşterisi değil, yurttaşlarıyız!